Yazar: Erol Çelik
Çevirmen: -
Sayfa Sayısı: 380
Basım Yılı: 2014
Yayınevi: Avrupa Yakası Yayınları
Tür: Gerilim
Her şey gerçek olmasını istediğin şeyle ilgilidir.Fenerin ışığı söndüğünde, lanet köyü sarar.Cadı dokundu, kara adamlar ağlamaya başladı.Buradaki hiçbir kötülük sahipsiz değildir.Kan ve barut kokuyordu ağlayan meyhanenin içi.Bir cadı ölür, yeni bir cadı doğar, bunu hiç kimse engelleyemez.Ağlamak, öfkelenmekten daha ucuz olmalıydı.Bir kadın yalvarıyorsa, korktuğu için yalvarırve akıllı bir erkek, hiçbir şeyden korkmaz.“Heyula, Satranç Ve Şövalye, 19 Numaralı Koltuk”kitaplarının yazarından...
Çorak toprakların ortasında yemyeşil bir köy. Etrafında hiç deniz bulunmayan ama deniz feneri bulunan bir köy. Ağlayarak tedavi olan köylüler. Deniz fenerine mahkum yaşlı bir kadın. Karakterleri birbirlerinden çok farklı bir sürü ayyaş. Topal bir hancı. Asla sönmemesi gereken ışık. Ruhları kararmış adamlar. Yolu yanlışlıkla bu köye düşen bir gazeteci. Gerçekleri öğrenmek isterken, gerçek olmasını istediği olaylara sürüklenen bir gazeteci. Genç bir kızın kaderinde yaşamak isteyen ama gerçeği kaybeden bir gazeteci.
Erol Çelik yeni kitabında, gerçek olmasını istediğiniz şeylerin arasında dolaşıyor.
Türk gerilim yazarı Erol Çelik’ten, Ağlatan.
Erol Çelik'ten Ağlatan Hakkında;
1996 yılında bir öykü yaşamak istedim. Gerçek olmasını istediğim bir öykü. Kendim hayal edip, o öykünün içinde olmak istedim. Bu yüzden merak ettim ve merakımın peşinden koştum. İnanmadığım ama inanmak istediğim bir öykü olsun istedim. Bu yüzden hiç tanımadığım bir dünyada, hiç tanımadığım insanların yanında olmak, onların aldığı soluğu hissetmek, onların inandıkları şeyleri kabullenmek istedim.
Bu yüzden o öykünün kahramanı oldum. O kahraman, benim gibi düşünsün istedim. Ona sadece öykülerde olur zannettiği bir aşk yaşatmak istedim. Bir cadı masalına inanmasını, o cadının köylülere yaptığı kötülükleri yaşamasını istedim. Hatta kibrinin kurbanı olup, kendini cadıdan üstün görmesini, köylülere yardım etmesini istedim.
Hiç deniz olmayan bir yerde, deniz feneri öyküsüne inanmasını istedim. Hiçbir şey elinde olmasa da, sahiplenmesini, sanki aklında ürettiği bir dünyadaymış gibi yaşamasını istedim.
“Her şey gerçek olmasını istediğin şeyle ilgilidir,” diyen yaşlı bir adamın sarhoş gözlerinde, onun anlattığı öyküyü gerçeğe çevirmesini istedim. O öyküyü gerçeğe çevirip çevirmeyeceğinin sürüncemesini yaşamasını istedim.
Gerçek olan, yaşlı adamın anlattığı öykü olmasa da, o öykünün kahramanı olmak istedim. Bunu yapabileceğime inandığım an, Ağlatan’la yüzleşmeye hazır olduğum andı.
Bu yüzden, ağlamamak için çırpınmaya hazırdım.
Bu öykünün kahramanı kim diye sordum kendime?
Bu öykünün kahramanı, Ağlatan’ın kudretini kıskanıp, onu, kibriyle yok edebilir miydi? Ağlatan’ın bir kadın olduğunu anladığı an, bu mücadeleye aşkı için girdiği an, sonuçlarına katlanabilir miydi?
Ne kadar uğraşsa da, gerçek olmasını istediği bir öykünün kahramanı olabilir miydi?
Bunu öğrenmek bile, beni o öyküyü yaşamaya zorladı.
Bu yüzden, yaşlı bir kadının dokunuşunda ağlamak bana cazip geldi.
Beyaz bir deniz fenerinin gölgesindeki kızın çığlığını duyduğum an, neyin gerçek, neyin hayal olduğunu öğrenmek istedim. Her attığım adımda, mistik bir öyküyü kucaklamak istedim.
O zaman bu öykünün kahramanı olmalıydım.
Oldum da.
İşte o zaman, gerçek olmasını istediğim o mistik öykünün lanetini soluduğumu fark ettim. Fotoğraf makinesindeki donuk bir kare olarak yaşamayı kabul ettim.
Bu yüzden son sözü koymak istedim ama son sözü bulamadım. Onun peşinden koştum. Gerçek olmasını istediğim öykümün peşinden.
Ağlatan der ki, “gerçekler gözyaşlarınızla yıkanabilir.”
Bence, bu öykü boyunca kimsenin sizin başınıza dokunmasına izin vermeyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum için teşekkürler..